Suriye'de ne işimiz var?

Suriye'de ne işimiz var? - Beftere

Bu soru; kayıplar geldikçe, canımız yandıkça, ekonomik olarak sorunlar yaşadıkça, kısacası rahatımız bozuldukça sorduğumuz, soruların başında gelmeye başladı. Ama bu sorunun önceki dönemlerde de benzerleri oldu. Turgut Özal döneminde Irak'ta ne işimiz var? Adnan Menderes döneminde ise Kore'de ne işimiz var gibi... Yanlış olan ise bu sorunun daha önceden sorulmamasıdır. Peki neden sorulmadı? Çünkü bunu soracak bilince sahip bir topluluk yok.

Özal, eğer askeri vesayeti kendi döneminde kırabilseydi ve Erdoğan kadar halk desteği alabilseydi. Bugün Suriye'ye girdiğimiz gibi o da Musul'a girecekti ama askeri bürokrasi buna engel olarak, bazı açıdan iyi bazı açıdan kötü sonuçlara sebep oldu. Bunun yararı ve zararı ayrı bir yazı konusu, bu yüzden burada kapatacağım. Ama Özal zamanında da paranın sahiplerinin Büyük İsrail planı vardı.

Aynı şekilde Menderes'te NATO'ya girebilmek için Kore'ye mehmetçikleri gönderdi. Dışarıdan bakıldığında adeta ABD'nin sömürgesi veya milis gücü gibi oralara gittik. Menderes bu hamlesiyle Türkiye'yi NATO'ya soktu. Türkiye'nin devlet kurumları bu dakikadan itibaren NATO'ya göre pozisyon alarak şekillendi ve NATO-Türkiye ilişkisi, Kuzey'deki Sovyet korkusu ile başlamıştı. Ancak bu hamle, Menderes'i asılmaktan kurtaramadı. Zaten paranın sahipleri için Menderes, basit bir piyondur. Birçok siyasetçinin piyon olduğu gibi...

Menderes neden asıldı? Paranın sahipleri piyonlar arasındaki rekabeti önemsemez ve buna pek karışmaz, içlerinde yaşanan savaştan başarılı olarak çıkanı destekler. O dönemde de böyle olmuş Sabetayist (Karakaşlar ve Kapaniler) iç kapışmasına kurban giden Menderes, yıllarca hatırlanacak sahnelerle günümüze kadar gelmiştir. Sabetayist meselesine girmeyeceğim, bilmeyenler, şu linkten detaylarına bakabilirler. 

Sabetayistler ( https://www.sadecegercek.net/2014/05/sabetayistler-kimdir.html )

Bir şeyin altını çizmeliyim. Bu yazı kimseyi tehdit etme, gözdağı verme, hakaret etme gibi amaçlarla yazılmadı. Bu yazı, tarihin belli dönemlerinde paranın sahiplerinin siyasileri, devletleri hatta milletleri manipüle ederek veya maddi yönden esir ederek, ülkeleri ve milletleri zaman zaman alakası olmadığı coğrafyalarda, alakası olmayan meselelerde kullanarak savaştırdığını, kimi zaman kardeşin kardeşe düşman edilerek, birbirine kırdırılmasını anlatır.

Para sahipleri; sağlık, medya, madencilik, savunma sanayi, bankacılık, gıda sektörü ve saymaktan yorulacağımız daha birçok alanda söz sahibidirler. Para sahipleri daha doğrusu paranın üreticileri, kendi aralarında dünyayı bir pasta gibi paylaşmış ve bu pastadan aslan payını Rockefeller ve Rothschild hanedanları almıştır. Paranın sahipleri denilince akla gelen bu iki aile, kendi aralarında kıt'aları paylaşmış ve diğer aileleri yaptıkları evlilik ve akrabalık bağlarıyla kendilerine bağlamış, bunun yanında bir de gelirlerinden bir kısmını onlarla paylaşmıştır.

Paranın sahiplerini; The Economist, Forbes, TIME gibi dergilerde, en zenginler listesinde hiçbir zaman göremezsiniz. Çünkü onlar şirketler içinde şirketler, holdingler içinde holdingler ve bunları yöneten kukla Ceo ekipleriyle, bunu paravan halinde yürütürler. Ayrıca servetlerinin birçoğunu kurdukları eğitim, sağlık ve bilimsel vakıflara aktararak büyük vergi ödemelerinden kurtulurlar. Çünkü birçok ülkede vakıflardan alınan vergi ya hiç alınmaz ya da çok cüz'i miktarda alınır. Yukarıda saydığımız dergiler ise, en zenginler listesini vergi rekortmenleri arasından belirler. Yani en çok vergiyi sen verdiysen, en zenginler listesinin başındasın demektir. Bu yılın şampiyonu, yani dergilere göre en zengini ise Amazon'un kurucusu Jeff Bezos oldu.

Paranın sahiplerini tanıdıktan sonra, yavaş yavaş Suriye meselesine girmeye başlayalım. Suriye karışmadan önce Arap Baharı denilen bir süreç başlamıştı. Bunun öncesinde de Büyük Ortadoğu Projesi'nin ana hatları tekrar belirlenmiş ve bu projeye Türkiye'de dahil, 20'den fazla ülkenin sınırları değişecekti. Bir devletin içinden iki ya da üç devletçikler çıkacaktı. Planın özünde Büyük İsrail için böl-parçala-yönet taktiği belirlenmişti. Ama bunu bölgedeki halka nasıl faydalı bir proje olarak sunulabilirdi ki?

İşte burada devreye Türkiye, kökeni Mısır'da atılmış olan siyasal İslam kartı devreye girmeliydi. Önce Tunus'ta değişim hareketi başladı. Sonra Mısır'da siyasal İslam'ın temsilcisi olan İhvan-ı Müslimin yani Müslüman Kardeşler örgütü başa getirildi. Mısır'dan sonra Mursi ve Erdoğan birlikte Suriye üzerinde mezhepsel farklılıklar üzerinden, bölgenin kaşınmasına dolaylı yoldan destek olmuştur. Bu ise Büyük Ortadoğu Projesi için yapılan bir hamledir. Suriye kaşınmadan önce sınır hattındaki mayınlı bölgeler temizlenmiş, Esad ile Erdoğan ailesi tatile gitmiş. Suriye ve Türkiye ortaklaşa bakanlık düzeyinde toplantılar bile yapmıştı. Ta ki Büyük Ortadoğu Projesi için düğmeye basılana kadar.

Peki ama Erdoğan ve ekibini ne vaad ederek bu projeye dahil ettiler? Misak-ı Milli sınırları sizin olacak, yani Musul ve Kerkük sizin olacak, istediğiniz İslami düzeni o topraklarda kurabileceksiniz, diye kandırdılar. Tabi bunun yanında iktidar, para ve güçte beraberinde verdiler. Bunlar verilince, Erdoğan ve kurmayları da buna kanmak istediler. Mursi yani Müslüman Kardeşler de iktidar vaadi ile kandırıldılar ve silahlı direnişten vazgeçirildiler.

Bu projede kırılma noktası ise iki yerde oldu. Birinci kırılma 1 Mart 2003 tezkeresinin TBMM'den geçmemesi ve Türkiye'de Yahudilerin temsilcisi olan, Kurtlar Vadisi dizisinde de "Baron" olarak lanse edilen kişinin Eyüp Sultan Mezarlığı'nda öldürülmesi oldu. Bu kişi hem mason hem de Yahudi olan Üzeyir Garih'ten başkası değildir. Üzeyir Garih 1 Mart tezkeresinin meclisten geçmesi görevini yerine getirmediği için paranın sahipleri tarafından şeyhinin(!) mezarı başında öldürülmüştür. Şeyhi kimdir? Küçük Hüseyin Efendi, onun kabrinin yanında başka kimin kabri var? Mareşal Fevzi Çakmak...

Bu Küçük Hüseyin Efendi mevzusu çok su kaldırır. O yüzden şimdilik bu mevzuyu da kısa kesiyorum. Aynı yıl birçok yere mesaj verildi.

Neve Şalom ve Betisrael Sinagogu patlamaları


15 Kasım 2003 günü İstanbul Beyoğlu’nda bulunan Neve Şalom Sinagogu ile Şişli’deki Betisrael Sinagogu’na iki ayrı bombalı saldırı düzenlendi. Saldırılarda 24 kişi öldü. Saldırılar dörder dakika arayla oldu.

İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü, her iki saldırıda da toplam 24 kişinin yaşamını yitirdiğini, en az 300 kişinin de yaralandığını açıkladı. Ölen ve yaralanan kişilerin büyük çoğunluğunu yoldan geçen kişilerin oluşturduğu belirlendi. Yoğun bakımda 6 kişinin bulunduğu, 4’ünün durumunun ciddi olduğu belirtildi.


HSBC binası patlaması ve İngiltere Konsolosluğu bombalandı.


20 Kasım 2003. Önce Levent ve Beyoğlu'nda patlamalar yaşandı. Levent ve Beyoğlu’nda düzenlenen bombalı saldırılarda en az 27 kişi öldü, 448’dan fazla kişi de yaralandı. İngiliz Başkonsolosluğu’na yapılan saldırı sonrası İngiltere’nin İstanbul Başkonsolosu Roger Short’un da öldüğü bildirildi.

Levent’teki patlama, saat 10:55 sularında Büyükdere Caddesi üzerindeki HSBC Bank’ın Genel Müdürlük binası önünde gerçekleşti. Patlama nedeniyle HSBC’nin önünden geçmekte olan pek çok yaya hayatını kaybetti ya da yaralandı. Binanın önünde de 24 otomobil yanarak hurdaya döndü. Saldırıda 11 kişi öldü.


Beyoğlu’nda meydana gelen patlama ise İngiltere’nin İstanbul Başkonosluğu’na düzenlenen bombalı saldırı sonucu oluştu. Beyoğlu Tepebaşı Meşrutiyet Caddesi üzerindeki İngiltere Konsolosluğu’na yapılan saldırı ise ilk patlamadan yaklaşık 10 dakika sonra meydana geldi. Binanın ön bahçe duvarı tamamen yıkıldı. Bahçe içerisinde çıkan yangın olay yerine gelen itfaiye ekibi tarafından söndürüldü. Beyoğlu’ndaki patlamanın ardından telefonlar ve elektrikler kesildi. Bu arada İngiltere Dışişleri Bakanlığı, İngiltere’nin İstanbul Başkonsolosluğu’na düzenlenen saldırıda, Başkonsolos Roger Short’un yanı sıra Lisa Hallworth isimli diplomatın da hayatını kaybettiği bildirildi.

Mesajlar net olarak verilmişti. Ama kim kime mesaj verdi?

Paranın sahipleri arasında da bazı görüş ayrılıkları vardı. Bir kısmı Büyük İsrail için doğrudan devletlerin işgal edilmesini ve kısa sürede Büyük İsrail'in kurulmasını savunan şahin kanat iken, bir kısmı ise Arap Baharı gibi argümanlarla bölgedeki piyonları kullanarak bu işgalin yavaş yavaş ve uzun vadede kurulmasını istiyordu.

Bu görüş ayrılığı içeride hesaplaşmaya dönüştü. Rothschild'in Asya piyasalarına girmesini sağlayan HSBC'nin binasında bombalı saldırı olmuştu. Yetmemiş, İngiltere, Fransa ve Almanya üzerinde hakim olan Rothschild'e İngiliz konsolosluğu bombalanması ile yeni bir mesaj verilmişti.

Kendilerini Amon ve Ra olarak gören bu iki büyük hanedan, birbirlerini yok edecek kadar ileri gitmese de zaman zaman çıkar uğruna çatıştıkları ender olsa da görülmüştür. Amon Rockefeller, Ra ise Rothschild hanedanıdır. Öte yandan bu saldırılardan sonra Erdoğan'a bir dönem ağızlara sakız olmuş "Yahudi Cesaret Ödülü" adeta bir mesaj verilerek HSBC'nin merkez binası olan New York'ta Erdoğan verilmiştir. Erdoğan ise terörizme boyun eğilmeyecek tarzında konuşmuş ve o da bir yerlere mesaj vermiştir.


           

Ancak bu görüş ayrılığının da bir strateji olduğunu iddia edenler bulunmaktadır. Çünkü paranın sahipleri için kim ölmüş, kim kalmış yerine kazanacakları topraklar ve bunların yeraltı zenginlikleri ve ülkelerin altın rezervleri önemlidir. Bu yüzden zıtlaşıyor görünerek Amon yani Rockefeller Amerika taraftarı olurken, Rothschild, Putin etrafındaki ekip üzerinden Rusya'yı süper güç yaparak dünyayı iki kutup rekabetine çekebiliyor.

Peki zıtlaşma neyi sağlar? Zıtlaşma devletler arasında silahlanma yarışını sağlar. Dünyanın en büyük silah tüccarları bu ailelerdir. Silahlanma maddi sıkıntıyı da beraberinde getirir ve devletler nakit ihtiyacı duyar. En büyük nakit sağlayıcılar yine bu hanedanların olan bankalar ve finans kuruluşlarıdır. Yani kaos, savaş her zaman bu hanedanların işine gelir.

1990'dan sonra dağılan Sovyet enkazı ardında bitik bir Rusya kalmıştı. ABD tek hakimdi. Ta ki dengeler değişene ve Ra hanedanı, Rusya'yı fonlamaya başlayana kadar. Aşağıdaki şemada bunun sadece bir kısmını görebilirsiniz. (Resme tıklayarak büyütün)



Paranın sahipleri arasındaki şahin kanat zaten direkt işgal uygulamasını Afganistan ve Irak'ta denedi fakat çok masraflı olması sebebiyle ve ona patlamalarla verilen mesajlarla bunun doğru bir metod olmadığını anladı. Sonrasında ise Abd'ye karşı kutup oluşturacak potansiyeli taşıyan Rusya'ya yöneldi. Sonuçta ise şu görüldü. Kutup oluşturmak paranın sahiplerini her zaman karlı çıkarmakta.

Bu kadar anlattıktan sonra Suriye'de ne işimiz var sorusu hâlâ aklında ve cevabını alamadıysan, yalın bir haliyle söylüyorum iyi dinle. Suriye; Büyük İsrail Devleti'nin kurulması için topraklarının İsrail'e katılması gereken ülkelerdendir. Bu sebeple Abd, kimi zaman ekonomik dayatmalar, kimi zamansa iktidar tehdidiyle Büyük Ortadoğu Projesi'nin yürümesini istedi Türkiye'den. O yüzden Suriye'ye girdik fakat geç kaldık. Çünkü paranın sahipleri çoktan Suriye'nin alınmasını hedeflemişlerdi fakat olmadı. İşin içinde 15 Temmuz'a Doğu Perinçek ve Avrasyacılara kadar uzanan meseleler de var fakat onları burada anlatmam henüz uygun değil. Yani Suriye'de olmamızın sebebi; İran Suriye, Irak ve Türkiye'den alınan topraklarla Büyük İsrail'in kurulması için. Bunun içinse Suriye ve İran'la Türkiye'nin savaştırılması ve birbirlerini kırmaları lazım.



            



Bunu Necmettin Erbakan 2003'te bir konuşmasında söylemiş olmasına rağmen, Suriye'yi öğrencisiyiz diyenler karıştırdı ve bu hale getirdi. Öte yandan tasavvuf alimlerinden olan şu an hayatta olmayan yukarıdaki videoda Nevşehir'li Abdullah Baba doksanlı yıllarda bile bu konuya değinmiştir. Önce Suriye vurulacak, Suriye'liler Türkiye'ye kaçacak, sonra Türkiye'yi vuracaklar, sonra da Mehdi a.s zuhur edecek demiştir. Bunlar biline biline bu işler yapılıyorsa bunun tek bir açıklaması vardır. Kader ağlarını alınan tüm tedbirlere rağmen örüyor.

Yani Suriye'de olmamızın sebebi; Kader...

Yorumlar